“Arif odur ki, mu’terif-i acz olup Ziyâ,
Bu hâdisât-ı câriyeden i’tibâr eder.” 
                            Ziya Paşa
Son zamanlarda şikâyet edilen bir sorunla yeniden yüzleşmenin zamanıdır.
Çoğumuz şu tip cümleleri sıkça duymaya başladık:
Eskiden insanımız, işleri samimiyetle sahipleniyor ve fedakârca hareket ediyordu. Tecrübemiz arttıkça ruhumuzu kaybediyor muyuz?
İmkânlarımız artıyor, kurumlarımız da… Önceden sınırlı imkânlarla çok verimli işlere imza atıp daha fazla adam biriktirirken şimdilerde kendimize ait ve fiziki şartları uygun mekânlarda işlerimizin verimi ve insanımızın kalitesi neden düşüyor?
Profesyonel olalım ve daha kaliteli işler üretelim diyoruz; buna yönelik planlamalar içerisine giriyoruz; ama nedense bir şeyler hep eksik kalıyor. Komisyonlar, ekipler, birimler her şey tamam da olmayan şey ne?
Bir sohbet ya da bir seminer için adam bulmakta bile zorluk çekiyoruz. Daha da kötüsü adam arıyor muyuz?
Kendi insanımız faaliyetleri benimsemiyor, sahiplenmiyor; dahası…
Benzeri şikâyetleri çoğaltmak mümkün; ancak her kuracağımız cümle, hep aynı sorunun cevabını arama sorumluluğuna bizi yöneltecektir.
                
Problem, insanımızın tembelliği, gevşekliği ve bireyselliğin, dünyevileşmenin yaygınlaşması mıdır yoksa işlere yüklenen anlamların yitirilmesi, amaçlarımızın farklılaşması ve niyetlerimizin değişmesi midir?
Belki de her ikisi ve daha ilave edilecek pek çok sebep.
Bizler sahip olduğumuz imkânların hakkını verebiliyor ve şükrünü ödeyebiliyor muyuz? Malımızın, canımızın, vaktimizin, enerjimizin, etki alanlarımızın ve toplumsal rollerimizin sorumluluğunu yerine getirebiliyor ve aynı mukaddes hedef istikametinde işlerimizi ortak bir havuza aktarabiliyor muyuz? Yoksa imkanlarımızı; şahsi menfaatlerimizin, yükselme hırsımızın ve itibar kaygımızın rampası olarak mı değerlendiriyoruz?  
Şöyle desek haksızlık mı etmiş oluruz acaba?
İnandıklarımızı hayata taşıma konusunda ısrarcı olmaktan vazgeçip samimiyet ve ciddiyetten uzaklaştıkça engeller çıkıyor önümüze, gayretimiz azalıyor, birlikteliğimiz zayıflıyor, işlerimiz verimsizleşiyor. Daha kötüsü; niyetlerimiz, kaygılarımız ve amaçlarımız farklılaşıyor ya da tazeliğini koruyamıyor.
Değişen bir şeyler var hayatımızda ve sürekli de olacak. Eğer değişim, gelişim anlamında bir tekâmülse ona sözümüz yok. Bu gelişim, feyiz ve bereketiyle kendiliğinden bizde bir sinerjiye sebep olacak ve bu topyekun hepimizi bir salih daireye dahil edecektir; ancak zihin ve yürek haritalarımız değiştiyse eğer, işte orada durmamız ve rabbimizin şu ayetine kulak vermemiz gerekir:
“Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz.” (Ra’d,11)
Birtopluluğun kaderi, fertlerin iç dünyalarına bağlı olarak değişiyor. Sünnetullah bu. İhlas ve takvanız, şuur ve firasetiniz sizin de içerisinde bulunduğunuz camiayı manevi bir koruma alanında tutuyor. Bireysel zaaflar arttıkça oluşan kara delikler kayıpları artırıyor ve şeytani taarruzlar ve aktüel savrulmalar karşısında savunmasını yitirmiş hastalıklı bir bünye ortaya çıkıyor.
O halde önce yürek haritalarımızı masaya yatırmalıyız, yani niyetlerimizi sorgulamalı, samimiyet ve hassasiyetlerimizi gözden geçirmeliyiz.
 Ahmet Türkben